Gökhan Güler

Demokrasi halk iradesine dayanan bir yönetim şeklidir. Demokraside halk, iradesini seçim ve referandumlarla ortaya koyabilmektedir. AB üyesi İspanya kendisine ait 17 özerk bölge içerisinde en zengin olan Katalonya’nın bağımsız olabilmek için 1 Ekim’de düzenleyeceği referandum nedeniyle oldukça sıkıntılı günler geçiriyor.  Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-ClaudeJuncker, Katalonya’nın İspanya’dan ayrılabilmek için düzenleyeceği bağımsızlık referandumu ile ilgili olarak ‘referandumdan çıkacak olan sonuca saygı göstereceğiz’ dedi! Avrupa Komisyonu Başkanı Sayın Juncker’e sormak lazım, Katalanlar’ın canı can da, Kıbrıs Türklerinin canı patlıcan mı? ‘Kıbrıs Türklerine neden yıllardır ambargolar uygulanmaktadır! Kıbrıs Türkü ne suç işledi de Avrupa Komisyonu iradesine gereken saygıyı göstermeyerek yok sayıyor?’ Katalanların 1 Ekim 2017 günü oy vermeye hazırlandıkları referandum gibi Kıbrıs Türkleri de 24 Nisan 2004’de BM Annan referandumunda oy kullanmıştı. Annan referandumu dönemin

Uluslararası Londra ve Zürih antlaşmaları zemininde kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1963’de silah zoru ile gasp ederek Kıbrıs Türklerini Akritas ve İfestos soykırım planları ile top yekün imha etmeye kalkışan Rum yönetiminin ‘KKTC tanınamaz’ yönünde lobi faaliyetlerinde bulunmalarını sanırım hiç kimse yadırgamamaktadır! Ancak buna karşın ülkemizdeki bazı kesimlerin KKTC’nin tanınma konusu her gündeme geldiğinde koro halinde ‘KKTC tanınamaz’ şeklinde açıklamalarda bulunmalarını inanın anlamakta güçlük çekiyorum. Gerek Rum diplomasi, propaganda ve lobi mekanizmaları, gerekse ülkemizdeki bazı kesimler KKTC’nin tanınma konusu her gündeme geldiğinde telaş içerisinde bunun mümkün olmadığı yönünde algı oluşturmak için büyük bir çaba göstermektedirler. Öyle ki ülkemizdeki bazı kesimler KKTC’nin tanınmasının uluslararası hukuka dahi uymadığını ifade ederek adeta bu yönde lobi faaliyetinde bulunmaktadırlar! Bir konu öncelikle beyinde kazanılır ya da kaybedilir. KKTC tanınmaz lobiler

Son dönemde ‘bazı gazeteler’ çıkar ve menfaatlerini en ön planda tutarak, kışkırtıcı, tetikçi,  demagojik, gerçeklerden uzak, sığ, masa başında üretilen asparagas haberlere dayalı ‘sarı gazetecilik anlayışının’ ülkemizde ortaya çıkmasına neden olmuştur! Gazetelere duyulan güven tartışılmaktadır! Siyasi partilerin yayın organlarını saymazsak daha düne kadar ülkemizde yayın yapan gazetelerin sayısı bir elin parmakları ile ifade edilmiyor muydu?  Peki, ne oldu da içerisinde bulunduğumuz süreçte ülkemizde yeni yayın yapmaya başlayan gazetelerin sayısında birden bire astronomik seviyede bir artış meydana geldi! Yayın hayatına yeni başlayan gazete, televizyon, internet haber siteleri ve yeni medyaya karşı bir duruşum asla söz konusu değildir. Ancak, eğri oturup doğru konuşmak gerek! Ülkemizde gazete ve televizyon kurarak işletmek maddi bakımdan oldukça külfetli bir iştir. Eskilerin bu bağlamda meşhur bir sözü vardır, ‘bu derenin suyu nereden geliyor!’ Ülkemizde günlük olarak

Birleşmiş Milletler iyi niyet misyonu çerçevesinde Kıbrıs konusuna çözüm bulunabilmesi amacıyla son 50 yıl içerisinde oluşan ’’BM parametreleri’’ Crans Montana’da Rum tarafının alışıla gelmiş klasik katı ve uzlaşmaz tavırlarını kararlılıkla sürdürmeleri nedeniyle artık geçerliliğini yitirerek ortadan kalkmıştır! Kimse bizden Rum tarafının keyfinin gelmesi için tavizler vererek ilanihaye müzakere masasında oturmamızı ve azınlık olmayı kabul etmemizi beklememelidir!        BM parametrelerinin geçerliliğini yitirmesinin ardından taraflar değerlendirme süreci içerisine girmişti. Türkiye ve KKTC’nin önümüzdeki süreçte nasıl bir yol haritası izleneceği ile ilgili olarak son 2 hafta içerisinde yaşanan gelişmeler bu anlamda önemli ipuçları içermektedir. Bu önemli ipuçlarının bir kısmına geçen haftaki yazımda değinmiştim… TC Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ göreve geldikten sonra ilk KKTC ziyaretini geçtiğimiz hafta gerçekleştirdi. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, Akdağ’ı kabulünde BM paramet